Erdoğan'ın meydanlara çıkmasının ardından Ak Parti'de başlayan düşüş trendinin daha da yükseldiği gözlemleniyor. Çünkü Erdoğan, Cumhurbaşkanı sıfatı ve devletin imkanlarıyla çıktığı meydanlarda muhalefete yüklendiği gibi daha önceki söylemlerinden de vaz geçen konuşmalarla tutarsızlık sergiliyor.
7 Haziran seçimleri öncesi bir analiz yaparsak, 4 parti ciddi bir yarış içinde. İktidar partisi AKP oylarını düşürmemek için yürürken, CHP söylemleriyle ilk defa gündem oluşturdu. MHP de tutarlı davranışı ile yükselişini sürdürüyor. HDP ise ilk defa iyi siyaset yapıyor diyebilirim. Halk tarafından bölücü örgüt ile ilişkileri ve o tarafta olduğu bilinmese bugünkü yaptığı siyaset ile daha iyi noktalara ulaşabilecek bir performans sergiliyor. Bugün Türkiye'yi kucaklayan bir siyaset yapmaya çalışsa da bağlantılı olduğu terör örgütüne bakış bunu engelliyor.
Türkiye'nin geleceği açısından HDP'nin yüzde 10'luk seçim barajını aşmasını ve Mecliste olmasını cani gönülden istiyorum. Çünkü, HDP'nin barajı aşamadığı bir Türkiye'de terör geçmiş zamandaki gibi olmayacaktır.
Bugünkü AKP iktidarının politikaları, her ne kadar terörü durdurdu gibi görülse de, bölücü örgüt tarihinin en güçlü dönemini yaşıyor... Hem silah, hem insan gücü açısından kendine güveni oldukça artan bölücü örgüt, artık bir iç savaşı bile tetikleyecek güce sahip diye düşünüyorum....
Çünkü, Güneydoğu'da yaşanan otorite boşluğu bunu çok iyi gösteriyor. Teröristlerin devletin güvenlik güçlerinin bile yolunu çevirip kimlik sorduğu, 'Aman çatışmaya girmeyelim. Siyaseten bize sıkıntı olur' denildiği bir süreci yaşıyoruz.
Bunu bu duruma getiren, terörist başı Abdullah Öcalan'ı İmralı'da refaha kavuşturan, her Kürt çocuğunun gözünde bir kurtuluş önderi yapan AKP iktidarından başkası değil.
Biz Kürt kardeşlerimizle birlikte yaşadık birlikte yaşıyoruz... Ama bu ülkeyi bölme emeli olan teröristlere asla taviz verilmesinden yana değiliz.
Kürtlerde bu ülkenin insanları, bizim millet kavramımızın içersinde bulunan insanlar. Hiç bir zaman Türkiye Cumhuriyeti yasaları Kürtleri ayrı bir vatandaş, azınlık sınıfına sokmamıştır. Şu terör örgütü ve emperyalist güçler ile onların emellerine hizmet eden siyasi yapılarımız olmasa bu ülkede hiç bir sorun olmayacaktır.
Bunlar böyle bilinirken, şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan geçmişte çözüm süreci diye başlattığı bir gidişatı inkar edip, sanki ülkede hiç böyle bir şey yaşanmamış gibi nutuk atıyor meydanlarda...
Oslo sürecini başlatan, teröristleri bir devlet olgusu gibi görüp barış masaları oluşturan sanki Cumhurbaşkanı Tayip Erdoğan'ın başkanlığını ve Başbakanlık dönemini yürüttüğü AKP iktidarı değil de başkaları....
Gidip doğuda başka söylem batıda başka söylem... Bunlar bir devlet adamına yakışmaz...
Her seçim döneminde kendisine bir rakip oluşturan Tayyip Erdoğan, bu dönem bir paralel yapı tutturdu gidiyor... Nedir bu paralel yapı... Bu Paralel yapı dediğiniz insanlar kim hangi milletten?
Dün birlikte düşüp kalkığınız, birlikte yiyip içtiğiniz insanlar değil mi?
Soruyorum, acaba 17 - 25 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet operasyonları yapılmasaydı Türkiye 'Paralel yapı' kavramıyla karşılaşacak mıydı?...
Sonra bu paralel yapının lideri dediğiniz kişiyi ilk tespit eden siz değilsiniz ki... 28 Şubat olarak bilinen yine Ak Parti iktidarının hep 'Darbe' diye adlandırdığı sürecin de bir numarası Fethullah Gülen değil miydi?
Devletin yönetenler olarak o sürecin ardından bu yapıyı aklayan, büyüten tüm devlet imkanlarından yararlandıran bugünkü hacmini kazandıran da Ak Parti iktidarı değil mi?
Ve son olarak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın başkanlığında yapılan son Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında alınan kararların 28 Şubat'tan farkı ne? Yine cemaat yapılanmaları üzerine kararlar...
Bir iddiaya göre yeni kırmızı kitapta cemaat yapılanmaları hedef alınırken, PKK'nın tehlike olmaktan çıktığının da bulunduğu belirtiliyor. Eğer böyleyse bu da ülke açısından çok vahim bir durum değil mi?
Eğer böyle ise, Cumhurbaşkanı ve Ak Parti'nin seçim meydanlarında söyledikleri ile arka planda yaptıkları bir biriyle çelişiyor...
Öyle ya bu ülkenin en tepe noktasında bulunan Cumhurbaşkanı bir dönem itibarsızlaştırdığı, tüm komutanlarını cezaevlerine tıktığı Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına hitap ederken, "Ben yanıldım, kandırıldım" diyebiliyor....
Gelişmiş ülkelerin başında olan bir lider bunu söyleme yerine aldatıldığını anladığı anda, bu söylemini dile getirir ve anında istifa ederdi...
Ama bizde hep fakir edebiyatı yapıldığı için bu mümkün değil... Çünkü Cumhurbaşkanı oyunu nereden aldığını kimin kendisine destek verdiğini iyi biliyor. Onun için Kur'an-ı Kerim'i eline alıp siyaset yapıyor. Çünkü o Kur'an-ı kaldırıp siyaset yaparken, diğer siyasetçileri tuzağa düşürecek, onlar bu olaya karşı çıkacak, benim Anadolu'daki milli ve manevi duygulara sahip olayların arka planını göremeyen insanlarım, "Bak Erdoğan Müslüman Kur'an-ı eline aldı diye ona karşı çıkıyorlar. İşti CHP, HDP dinsiz" diyecekler...
Cumhurbaşkanı'nın yaratmak istediği algı bu.
Ancak bu tuzağa CHP ve MHP düşmedi... HDP eş başkanı Selahattin Demirtaş düştü sadece...
Başta 400 milletvekili isteyen Cumhurbaşkanı son günlerde bu söylemini azalttı... Çünkü şimdi 400'den vaz geçti, 276'nın altına düşmesin de iktidarım devam etsin diye çabalıyor....
Cumhurbaşkanı meydanlarda Ak Partiye oy kaybettiriyor...
Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun masumiyeti ve dürüst görüntüsü de bu politikalarla ezilip gidiyor. Son günlerde varlığı yokluğu belli değil...
İnanıyorum ki, Ak Parti adına Davutoğlu devam etse, Cumhurbaşkanı yukarıdan topluma eşit baksa Ak Parti'nin oyları daha da yukarıda olurdu... Çünkü, birleştirici, toplumsal bir makam olan Cumhurbaşkanlığı hem kendine olan saygı ve sevgiyi azaltıyor, hem ülkeyi kutuplaştırıyor...